Türkiye Cumhuriyeti, bulunduğu konum nedeniyle Avrupa ve Asya'yı birbirine bağlamaktadır. Türkiye, hem bulunduğu konum, hem de dünya siyasetindeki aktif rolü sebebiyle dünyada diplomatik ağı en geniş ülkelerden birisidir.[1][2]Türkiye dış ilişkiler konusunda birçok ülkeye, ülkelerin kalkınması için Türk İşbirliği ve Koordinasyon Ajansı Başkanlığı ile yardım etmektedir. Türkiye aynı zamanda birçok ülkenin eğitiminin gelişmesi ve yardım ettiği ülkelerin vatandaşlarının daha iyi eğitim alması için Türkiye Maarif Vakfı ve Türkiye Bursu ile yardımlarda bulunmaktadır. Türkiye neredeyse bütün Afrika ülkelerinde Türkiye Bursu vermektedir.
Türkiye kurulduğu dönemlerde yeteri kadar güçlü olmadığı için küresel sorunlarda genellikle tarafsız kalmıştır. Ülke yaşadığı savaşları geride bırakıp gelişmeye başladıktan sonra uluslararası problemlerde daha fazla söz sahibi olmaya başlamıştır. 2000'lerde ise bulunduğu Balkanlar ve Orta Doğu'da bölgesel güç haline gelmiştir.[3]
Türkiye sürdürdüğü dış politikası sayesinde dünyada bir nüfuza sahiptir ve İslam dünyası'nda, Orta Doğu'da, Türk devletlerinde ve Afrika'da gözle görünür bir etkisi vardır. Dış politikada Türkiye'nin en çok yardım sağladığı ülkeler genellikle Afrika ülkeleridir.
Avrupa Birliği, 27 üye ülkeden oluşan ve toprakları büyük ölçüde Avrupa kıtasında bulunan siyasi ve ekonomik bir örgütlenmedir. Türkiye'nin Avrupa Birliği üyelik süreci, 1963 yılında Türkiye'nin Avrupa Ekonomik Topluluğu ile ortaklık antlaşması imzalamasıyla başlayan ve 1987 yılında tam üyeliğe başvurmasıyla ivme kazanan süreçtir. 1999 yılında AB üyeleri tarafından aday olarak kabul edilen Türkiye, 2005 yılında tam üyelik müzakerelerine başladı.
Türkiye ile Avrupa Birliği'nin ilişkileri 31 Temmuz 1959'da Türkiye'nin Avrupa Ekonomik Topluluğu'na yaptığı ortaklık başvurusu ile başladı. AET Bakanlar Konseyi'nin başvuruyu kabul etmesi sonrasında 12 Eylül 1963 tarihinde Ankara Anlaşması imzalanmıştır. Ankara Anlaşması ortaklık yaratan bir anlaşmadır. Bunu 1970 yılında imzalanan Katma Protokol izlemiştir. Türkiye'nin, sonradan Topluluk üyesi olan birçok ülkeden daha önce Topluluk ile ilişkilerini başlatmış olan bu iki önemli belge, o tarihlerden sonra ve 17 Aralık 2004 tarihli Avrupa Konseyi Sonuç Bildirgesi sonrasında hâlen devam etmekte olan süreçte Türkiye–AB ilişkilerinin hukuki dayanaklarındandır.[9]
Türkiye ve Türk halkı, Balkan ülkeleri ile ortak tarihe ve birçok ortak değere-kültüre sahiptir. Osmanlı İmparatorluğu bu bölgeye 14. yüzyılda girmiş, bölgenin çoğunluğunu ve en önemli bölgelerini 19. yüzyıla kadar elinde tutmuştur. 20. yüzyılda kaybettiği savaşlar sonucu birçok bölgede hakimiyetini kaybetmiştir ve elinde sadece Doğu Trakya bölgesini tutabilmiştir.
Türkiye'deki birçok vatandaşın Balkan kökenli olduğu düşünülmektedir. Özellikle ülkede Arnavut, Boşnak, Bulgar, Makedon ve Yunan kökenli vatandaşlara rastlamak mümkündür. Bu nedenle Türkiye'de 10 milyondan fazla vatandaşın balkan kökenli olduğu tahmin edilmektedir. Ancak kimliğini koruyabilen vatandaşların sayısı oldukça azdır. Örneğin 3.5-6 milyon Türk vatandaşının kökeninin Arnavut olduğu düşünülse de şu anda kimliğini koruyabilen Arnavut vatandaşların sayısı 80 bin ila 500 bin arasındadır. Türkiye'de kökene dayalı nüfus sayımı yapılmadığı için kesin sonuçlara ulaşmak oldukça zordur.
Osmanlı'da 1402 tarihinde başlayan Fetret Devri'nden yararlanan Bulgar kralı II. Konstantin Vidin'de 1422 yılına kadar hüküm sürdüyse de bundan sonra Bulgar Çarlığı tamamen tarihe karıştı ve Bulgar tarihinde 456 yıl sürecek olan Osmanlı dönemi başladı.
Osmanlı, Bulgaristan topraklarında derin bir iz bıraktı. Bulgarlar daha çok köyler ve kasabalarda yaşamaya devam ederken, Sofya, Filibe ve Varna gibi büyük şehirler Osmanlı kimliğine büründüler.
Bulgaristan topraklarında büyük bir Türkleşme süreci yaşandı. Buna karşılık çok sayıda Bulgar da İstanbul ve Anadolu'ya yerleşti. Bulgarlar kendilerine ait olan Bulgar Ortodoks Kilisesi'ni kurarak kendi dinlerini serbestçe uygulamaya devam ettiler.
1984-1989 yılları arasında Bulgaristan'ın Komünist cumhurbaşkanı Todor Jivkov, Türklere karşı ağır bir Bulgarlaştırma siyaseti başlattı. Türklerin adları zorla Bulgar adlarla değiştirildi. Bu dönemde millî halter Naim Süleymanoğlu, 1988 Yaz Olimpiyatları'nda kırılması imkansız bir rekoru kırmış ve bu rekorundan sonra Birleşmiş Milletler'de Bulgar Türkleri'ne uygulanan asimileyi anlatmıştır. Daha fazla uluslararası baskıya dayanamayan Bulgaristan hükûmeti sınırlarını açarak Bulgar Türkleri'nin Türkiye'ye dönmesine izin vermiştir. Böylelikle 300 bin Bulgar Türkü anavatanına dönmüştür.
Türkiye, Bulgaristan'ın Avrupa-Atlantik yapılarıyla bütünleşmesini başından beri desteklemiştir. Bulgaristan Mart 2004'te NATO'ya, 1 Ocak 2007 tarihinden itibaren de AB’ye üye olmuştur.
Bosna-Hersek ve Hırvatistan'ın Sırp kuvvetlerine karşı savunmasına katılmasını sağlayan anlaşmayı imzaladığı zaman Bosna-Hersek ile Hırvatistan arasında arabuluculuk yaptı.[15]
Türkler ve Yunanlar 14. yüzyıldan 20. yüzyıla kadar tek çatı altında yaşamıştır. Daha sonra Türkiye-Yunanistan nüfus mübadelesi sonucu iki milletten de milyonlarca kişi göç etmek zorunda kalmıştır. Bu mübadele iki milleti 600 yıl sonra ilk defa ayırmıştır.
Osmanlı İmparatorluğu 1397'ye kadar şu anki Yunanistan topraklarının çoğunu ele geçirmiş ve Yunanlar 1830 yılına kadar bağımsız bir devlet kuramamış, Osmanlılar'ın himayesi altında yaşamıştır.
1947'de ABD'nin oluşturduğu Truman Doktrini'nden iki ülke de faydalandı.
1952-57 yılları arasında Türkiye ve Yunanistan, birlikte NATO'ya katıldı.
1963 yılında Kıbrıs'ta Rumlar, Türkler'i adadan çıkarmak için Enosis planını uygulamaya başladı ve Yunanistan bu plan doğrultusunda Kıbrıs'a destek sağladı. Türkiye ve Yunanistan arasında görüşmeler oldu ve Türkiye 1974 yılında bölgeye askeri müdahalede bulundu.
1996'da iki ülke arasında bu kez Kardak Krizi ortaya çıktı.
Türkiye ve Yunanistan, Ege adalarının durumu ve karasuları ile hava sahasının kapsamı konusunda yıllardır sorun yaşamaktadır.
Şubat 1999'da, Yunan makamlarının Türkiye'nin en çok aranan suçlusu Abdullah Öcalan'a yardım ve yataklık ettiğinin ortaya çıkması ile diplomatik bir kriz ortaya çıkmıştır.
Abdullah Öcalan Türk makamları tarafından yakalandığında üstünde Yunan ve Kıbrıs pasaportları bulunmuş, daha sonra Kenya'nın Nairobi kentindeki Yunanistan Büyükelçiliği'nde saklandı ortaya çıkmıştır.
İki ülke arasındaki ilişkiler 1999'da her iki ülkeyi de vuran büyük depremin ardından düzelmiştir. Bu dönemde iki ülke de birbirine karşılıklı yardımlarda bulunmuştur.
Türkiye'nin, 1999'da yaşadığı Gölcük depremi sırasında Yunanistan gazetesi Elefteropitiya, "Dayan Komşu" başlığı ile depremi haber yapmıştır. Bu dönemde Atina'dan Türkiye'ye yardım amaçlı birçok görevli gelmiştir.[35]
2013 yılında Yunan makamları tarafından Türkiye-Yunanistan sınırına yakın iki ayrı noktada düzenlenen operasyonlarda dört DHKP-C militanı Türkiye'ye karşı bir saldırı hazırlığındayken yakalanarak tutuklandı.[36]
2014 yılında yine Yunanistan tarafından düzenlenen bir dizi operasyon sonucunda aralarında üst düzey yöneticilerin de olduğu birçok DHKP-C üyesi tutuklandı.[37]
28 Kasım 2017'de Yunan polisinin Atina'da düzenlediği bir baskında dokuz Türk'ü (bir kadın ve sekiz erkek) birçok DHKP-C'li gözaltına alındı. Militanların Yunanistan'ı ziyareti sırasında Recep Tayyip Erdoğan'a karşı bir suikast planı hazırladıkları ortaya çıktı.[38]
Şubat 2018'de; Interpol tarafından kırmızı bültenle aranan bir şüpheli, Yunanistan'a kaçak yollardan girmeye çalışırken yakalandı. Yunan yargısı şüphelinin Türkiye'ye iade edilmesine hükmetti.[39]
2018'de Yunanistan'da Attika orman yangınları başlamıştır ve Türkiye bu dönemde, Yunanistan'a yardım etmek için talepte bulunmuş,[40] yangın söndürme uçaklarını hazırlanmıştır.[41]
2020'de meydana gelen 2020 Ege Denizi depremi'nden Yunanistan'da etkilenmiştir. Bu dönemde iki ülke de birbirine geçmiş olsun dileklerinde bulunmuştur.[42]
Kosova'da 70 bin civarı Kosova Türkü olduğu tahmin edilmektedir.
Kosova'da toplamda 367,8 milyon € Türk yatırımı vardır.[43]
Türkiye, Kosova Savaşı sırasında KKO'ya ve Kosovalılara yardımda bulunmuştur.
Kosova Savaşı sırasında birçok insan vatanından göç etmek zorunda kalmıştır ve göç edenlerin bir kısmı Türkiye'ye gelmiştir.
Türkiye, Kosova bağımsızlığını ilan ettikten 1 gün sonra 18 Şubat 2008 tarihinde Kosova'yı tanımıştır.[44] Ayrıca, tüm ülkelere Kosova Cumhuriyeti'nin tanınması için çağrıda bulunmuştur.[45]
29 Mart 2018'de MİT'in düzenlediği bir operasyonla yakalanan ve Gülen Hareketi üyesi olduğu iddia edilen altı kişi Türkiye'ye iade edildi. Ertesi gün Kosova Başbakanı Ramush Haradinaj, bu olaydan haberinin olmadığını belirtti ve içişleri bakanı ile istihbarat şefini görevden aldı.[46][47][48] Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Haradinaj'ı başkalarının talimatıyla hareket etmekle suçladı.[49]Haradinaj ise Erdoğan'a yanıt olarak Türkiye'nin Kosova'nın iç işlerine karışmamasını beklediklerini söyledi.[50]
Kosova Cumhurbaşkanı Hashim Thaçi, sosyal medya hesabından yaptığı açıklamada, İzmir'de meydana gelen depremden duyduğu üzüntüyü ifade ederek "Dualarımız hayatını kaybedenler ve yaralıların yakınlarıyla, Kosova bu zor zamanda Türk halkı ve devletinin yanındadır" açıklamasını yapmıştır.[13]
İki ülke arasındaki ticaret hacmi 2015'te 46 milyon $'dır.[52]
Türkiye'yi 2012 yılında 13.197 Karadağlı vatandaş ziyaret etmiştir.
Karadağ'da yaşayan Türk ve Müslümanlara hizmet verip iyi eğitimli imam ihtiyacını karşılamak amacıyla Türkiye Diyanet Vakfı, her yıl Karadağlı öğrencilere burs vermektedir.
Karadağ halkı, Osmanlı'ya karşı en çok isyan çıkaran milletlerden biriydi. 1711, 1712 ve 1714 yıllarında ayaklanan halk, aynı zamanda Hersek İsyanına da destek vermiştir.
1877-78 Osmanlı-Rus savaşı'nda Osmanlı İmparatorluğu'na karşı saf almış ve Belgrad'da Osmanlı'yı meşgul etmiştir.
Abdülhamid döneminde 30 yılı aşkın bir süre, küçük sınır çatışmaları bir kenara, iki devlet arasında barışın hakim olduğu bir süreç göze çarpmaktadır. İlki 1883 ve ikincisi 1899 yıllarında olmak üzere Karadağ Prensi Nikola, Sultan Abdülhamid'in davetlisi olarak İstanbul'a gelmiş, törenlerle karşılanarak şaşaalı gösterilerle ağırlanmıştır.
1417 yılında Çelebi Mehmet, Eflak üzerine bir sefer düzenlemiş ve bu seferde Mirça'nın ordularını yenilgiye uğratmıştır. Bunun üzerine Eflak Prensliği, Osmanlı Devleti'ne vergi ödemek zorunda kalmış, böylelikle de Osmanlı hakimiyetine girmiştir.
Fatih Sultan Mehmet zamanındaki Eflak prensi III. Vlad, Macarlar ile anlaşarak Osmanlı Devleti'ne vergilerini ödememiştir. Hamza Paşa komutasındaki iki bin kişilik bir orduyu pusuya düşürerek öldürmüştür. Niğbolu, Vidin ve Tuna kıyılarındaki şehirlere saldırıp bu şehirleri harap etmiştir. 1462 yılında Fatih Sultan Mehmet, Eflak üzerine bir sefer düzenlemiştir ve bölgeyi Osmanlı vasalı yapmıştır.
1878 yılındaki 93 Harbi'ne kadar Eflak ve Boğdan, Osmanlılar'ın himayesi altında kalmıştır ve Osmanlı İmparatorluğu bölgeyi kaybedince bölgede Romanya Prensliği kurulmuştur.
1998-1999 Kosova Savaşı sırasında 25 Mart 1999 tarihinde Yugoslavya, NATO'ya savaş ilan edip Birleşmiş Milletler'e de bildirince, NATO üyesi Türkiye de ülkeyle resmen savaşa girmiş oldu. Bu gelişme üzerine Türkiye'nin Belgrad Büyükelçisi Ali Ahmet Acet'le birlikte 19 kişilik elçilik kafilesi, elçilik binasını tahliye edip süresiz olarak bu ülkeyi terk etti. Ali Ahmet Acet ile büyükelçilik kafilesi aynı yılın temmuz ayında geri döndü.[62]
Kosova'nın 17 Şubat 2008'de aldığı bağımsızlık kararının ertesi gün Türkiye tarafından tanınmasıyla bağlantılı olarak ikili ilişkilerde yaşanan ciddi tıkanıklık, tarafların dikkatli tutumu sayesinde, çok kısa bir sürede tümüyle aşılabildi.
Türkiye ve Sırbistan arasındaki ilişkiler, son dönemlerde en yükseğe ulaşmıştır. İki ülke de birbirlerini "komşu ülke" olarak görmekte ve uluslararası ilişkilere değer vermektedirler. Özellikle Türkiye'nin Bosna-Hersek-Sırbistan arasındaki sorunu çözerek yardımcı olmasıyla, bu yakınlaşma iyice artmıştır.[63]
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın 23 Ekim 2013 tarihinde Kosova'ya yaptığı ziyarette Kosova Demokratik Türk Partisinin, Prizren şehir merkezinde düzenlediği mitingde yaptığı konuşmada "Türkiye Kosova, Kosova Türkiye'dir" sözleri[64] iki ülke arasında gerginliğe neden oldu. Sırbistan Cumhurbaşkanı Tomislav Nikolić yayımladığı yazılı açıklamada, Başbakan Erdoğan'ın "Kosova Türkiye, Türkiye Kosova'dır" ifadelerinin ülkesini rahatsız ettiğini belirterek Türkiye'nin özür dilemesini beklediğini söyledi.[65]
İki ülke arasındaki ticaret hacmi 2019'da 691 milyon $'dır.[71]
2019'da Türkiye'ye 258,419Belaruslu vatandaş ziyaret etti.
Türkiye, Belarus'un bağımsızlığını tanıyan ilk ülke oldu. Diplomatik ilişkiler 25 Mart 1992'de kuruldu.[72]
Recep Tayyip Erdoğan, 11 Kasım 2016 tarihinde Minsk’e gerçekleştirdiği ziyarette iki ülke arasında 9 belge imzalanmıştır.[73]
Belarus’ta faaliyet gösteren 50 Türk şirketinin bu ülkedeki toplam yatırımları 1,5 milyar dolar düzeyindedir.
Türk müteahhitlik firmaları, Belarus’ta faaliyetlerine başladıkları 1991 yılından günümüze kadar 918 milyon dolar değerinde 46 proje üstlenmişlerdir.[73]
Türk-Çek ilişkileri, Çekoslovakya’yla 1924'te diplomatik ilişkilerin kuruluşundan bugüne kadar, ülkenin Almanya işgali altında bulunduğu 1939-1945 dönemindeki kesinti ve takip eden Soğuk Savaş yıllarının durağanlığı bir yana bırakılırsa, daima dostane olmuştur.[76]
Çekoslovakya'nın bölünmesinden sonra 1 Ocak 1993'te kurulan Çekya, Türkiye tarafından aynı gün tanınmıştır.[76]
Mustafa Kemal Atatürk'ün özel emriyle yeni Türkiye Cumhuriyeti'nin 18. büyükelçiliği 1935'te Tallinn'de açıldı. Bu yakınlaşmanın sebeplerinden biri de, Estonların binlerce yıl önce Urallardan ötesinden çıkması ve konuştukları dilin Türk diliyle akrabalığı olup olmadığının araştırılması ve karşılıklı ilişkileri geliştirmekti.[e]
Türkiye 23 Ocak 1924 tarihinde Estonya Cumhuriyeti'nin bağımsızlığını tanımıştır. Türkiye, Estonya'nın Sovyetler Birliği tarafından hukuka aykırı bir biçimde ilhak edilmesini tanımayan az sayıdaki ülkelerden biridir. Diğer bir ifadeyle, Türkiye hiçbir zaman Estonya'da Sovyetler Birliği yönetimini tanımamıştır. Sovyetler Birliği'nin dağılmasıyla tekrar bağımsızlığını elde etmiş ve iki ülke arasındaki diplomatik ilişkiler 23 Ekim 1991 tarihinde yeniden kurulmuştur.[f]
Türkiye, tarihi ilişkileri nedeniyle Estonya'nın NATO'ya girmesinde en istekli ve kararlı ülkelerden biri olmuştur. Ayrıca ordusu yeni gelişmeye başlayan Estonya'ya Türkiye, askeri destek sağlamaktadır.[g]
Türkiye-Estonya parlamento grubu Haziran 2003'te Estonya Parlamentosu olan Riigikogu'da oluşturulmuştur.[h]
Türkiye, Letonya'yı 1925 yılında tanımıştır. Baltıklarda ilk Türk Büyükelçiliği 1929 yılında Riga'da açıldı. 1944 yılında Sovyetler Birliği işgali ve ilhakı Türkiye tarafından tanınmamıştır. Sovyetler Birliği'nin dağılmasıyla 3 Eylül 1991 yılında Letonya'nın tekrar bağımsızlık kazanmasıyla ikili ilişkiler tekrar kurulmuştur.[81]
Letonya'da iki Türkoloji bölümü bulunur. Cesis şehrinde Türk şehitliği bulunmaktadır. 1877-1878 Osmanlı-Rus savaşında yaralanan ve Ruslara esir düşen Türk askerlerinin bir bölümü o dönemde Rus toprağı olan bugünkü Letonya topraklarına götürülmüştür. Bunlardan bir kısmı Cesis'teki mezarlığa defnedildi.[82]
Türkiye 28 Temmuz 1922'de[86] Litvanya'yı resmî olarak tanıdı ve aynı gün Türkiye'nin Estonya Büyükelçisi de Litvanya'ya akredite oldu. SSCB'nin Estonya, Letonya ve Litvanya'nın işgalini ve ilhakını takiben Tallinn'deki Türk Büyükelçiliği, 5 Eylül 1940'ta[87] kapatıldı. Ancak Türkiye, Litvanya'nın Sovyet ilhakını[88] hiçbir zaman tanımadı.
Gorbaçev'in Vilnius Katliamı'na izin verdiğinin ifşa edilmesinin[86] ardından Türkiye, Litvanya'nın bağımsızlığını tanımayı yeniledi ve[88] diplomatik ilişkilerini 3 Eylül 1991'de yeniden sağladı.
Türkiye ile Litvanya arasındaki siyasi ilişkiler olumlu bir seyir izlemektedir. Türkiye’nin Litvanya’nın NATO üyeliğini, Litvanya’nın Türkiye’nin AB üyeliğini desteklemesi iki ülke arasında işbirliği ve görüş alışverişini hızla artırmıştır.[85]
Türkiye, Litvanyalılar için en çok tercih edilen turizm ülkesi konumundadır. Litvanya’dan Türkiye’ye gelen turist sayısı 2019 yılında 229.704 olmuştur.[85]
Litvanya'da Türkçe dil dersleri, Vilnius ÜniversitesiFiloloji Fakültesine bağlı Litvan Filolojisi Türkçe Bölümünde, Vilnius Üniversitesi Doğu Araştırmaları Merkezi Çağdaş Asya Çalışmaları Programı bünyesindeki Türkçe Bölümünde, Litvanya Eğitim Bilimleri Üniversitesinde ve Vytautas Didzioji (Kaunas) Üniversitesinde verilmektedir.[85]
Macaristan'ın büyük bir bölümünün Osmanlı'nın eline geçmesiyle Osmanlı, Polonyalılar ile komşu haline gelmiş, 16. ve 17. yüzyıl her iki ülkenin de en güçlü düzeylerine eriştiği bir dönem olduğu için çok sayıda Osmanlı-Lehistan savaşlarına sahne olmuştur.
1683 yılındaki II. Viyana Kuşatması'nda Lehistan ordusu çok önemli bir rol oynadı. Viyana düşmek üzereyken Lehistan kralı III. Jan Sobieski, 75.000 kişilik bir orduyla Viyana'nın yardımına koştu. Böylece kuşatma başarısızlığa uğradı. Ancak bu tarihten sonra Lehistan gitgide zayıfladı. Lehistan sayesinde Osmanlı egemenliğinden kurtulan Avrupalı devletler, bu zayıflıktan yararlanarak 1795 yılında Lehistan'ı kendi aralarında bölüştüler. 18. yüzyıl boyunca PolonyalılarRusya, Almanya ve Avusturya'nın egemenliği altında yaşadılar. Osmanlı bu durumdan hiçbir zaman hoşnut kalmadı. Bağımsızlığını yitiren Polonyalılara yardım elini uzatan nadir ülkelerden biri oldu. Polonya'daki bağımsızlık hareketlerini desteklediler, Polonyalı göçmenlere kucak açtılar. Hatta İstanbul yakınlarında Polonyalılar için Polonezköy adında bir köy kuruldu. Bu köy günümüze kadar varlığını sürdürmektedir.
II. Dünya Savaşı sırasında Nazi Almanyası'nın Türkiye büyükelçisi Franz von Papen, Polonya'nın büyükelçilik binasını istemiştir ve dönemin cumhurbaşkanı İsmet İnönü; "Bizim, Polonya ile ananevi bir dostluğumuz var. Geçmişte, Polonya'nın taksimi zamanında, Türkiye Polonya Büyükelçisi'nin gelişi için 150 sene beklemiştir. Şimdi çok kısa bir müddet için Polonyalı dostlarımızı kıramam ve sizin bu talebinizi Türkiye katiyen yerine getirmez..." diye bir cevap vermiştir.
1686-1700 Osmanlı-Rus Savaşı, 1683-1699 Osmanlı-Kutsal İttifak Savaşı’nın bir parçasıdır. II. Viyana Kuşatması sonrasında çok sayıda Avrupa ülkesi Osmanlı İmparatorluğu’na karşı birleşerek saldırıya geçti. 1686 yılında Rusya da Kutsal İttifak ülkelerine katıldı. 1687 ve 1689 yıllarında Kırım’a, 1695 ve 1696 yıllarında ise Osmanlı'ya ait olan Azak’a saldırıya geçtiler. Kırım’da başarılı olamayan Rusya, Azak’ı ele geçirmeyi başardı. Savaş 1700 yılında imzalanan anlaşmayla sona erdi.[97]
1700’deki İstanbul Antlaşması ile Ruslar İstanbul’da devamlı elçiliğe sahip oldu. Azak, Rus hakimiyetine girdi, OrtodokslarınKudüs haccı serbest bırakıldı. III. Ahmet dönemindeki Prut Savaşından (1711) sonra yapılan Prut Antlaşması ile Azak, Osmanlı'ya yeniden geçti. 1736’da Rusya, Azak’ı yine aldı, Kırım’a girdi. 1739’da Belgrad Antlaşması ile Azak, Rusların oldu. 1769’da Osmanlı Devleti Hotin’de yenildi, Eflak ve Boğdan Ruslara bırakıldı. Sonraki dönemde Osmanlı İmparatorluğu, Eflak ve Boğdan'ı yeniden topraklarına kattı. Ayrıca, Kuban Nehri ağzından Güneyde Bzıb ağzına kadar uzanan Çerkesya kıyılarının denetimi, Anapa Kalesi ile birlikte Osmanlı İmparatorluğu'nun eline geçti.[98] Daha sonraları 1774'te Küçük Kaynarca Antlaşması ile Ruslar Kırım’ı aldı. Fakat 1853-1856 tarihi savaşlarında Osmanlı İmparatorluğu büyük bir saldırı başlatmış, Rusya'ya nota verilmişti. Fakat Ruslar, Osmanlı sınırlarına ufak çaplı saldırılar başlatması üzerine padişah, savaş ilan etti ve savaşta Osmanlı Devleti Kırım'ı geri aldı. Bu çatışmada 80.000 kişi ölmüş, 40.000 kişi yaralanmıştır. 100.000'i hastalıktan olmak üzere toplamda 220.000 Rus askeri ölmüştür.[99]
1792’de Yaş Antlaşması yapıldı ve 1798’de iki devlet ittifak oldu, ittifak 8 yıl sürdü. Akka’dan sonra ikinci ittifak 1805’te yapıldı. Ancak barış uzun sürmedi, 1806’da başlayan savaş, 1812’de Bükreş Antlaşması ile bitti.
Meclis'in açılmasından üç gün sonra Atatürk, Lenin'e bir mektup yazarak siyasi ve askeri nitelikli bağlaşmadan söz etti. Sovyet Dışişleri Bakanı Çiçerin tarafından verilen yanıtlarda dostluk ve diplomatik ilişkinin kurulup geliştirilme dileği belirtildi.
11 Mayıs 1920'de TBMM, Moskova'ya Dışişleri Bakanı Bekir Sami Bey başkanlığında bir heyet gönderdi. Moskova'daki görüşmeler sonucu iki ülke arasında Mart 1921'de bir Dostluk Antlaşması imzalandı. Kars ve Ardahan Türkiye'ye; Batum ise Sovyetler Birliği'ne bırakıldı.
II. Dünya Savaşı bittikten sonra Sovyetler, Türkiye’ye nota verdi. Boğazlar’da üs ve doğudan toprak istedi. Bu sırada Türkiye savaşta tarafsız iken, savaş biterken Almanya ve Japonya’ya savaş ilan ederek Batı ittifakına girdi. 1952’de NATO’ya katılınca iki yıl sonra Sovyetler, isteklerinden vazgeçti. Sonrasında ise Soğuk Savaş başladı.
Suriye'de devlet başkanı Beşar Esad'ın değişmesini isteyen Batılı devletler ve ABD, Özgür Suriye Ordusuna silah ve cephane yardımı yaparken, krizin çözümünde Türkiye Cumhuriyeti, Suriye hükûmetine karşı çıkarken[110]Rusya ise Esad yanlısı olduğunu beyan etmektedir.
Türkiye, 2011 yılında patlak veren Suriye İç Savaşı nedeniyle hava savunma sistemlerini güçlendirmek için bazı girişimlerde bulunmuştur. Bu çerçevede, NATO'ya başvuran Türkiye, ABD, Almanya ve İspanya gibi müttefik ülkelerden geçici süreyle Patriot füzelerini tedarik etmiştir.[111] Ancak daha sonra ABD ve Almanya, Türkiye'ye konuşlandırdıkları Patriot'ları geri çekti.[112] Bunun üzerine Türkiye, ahiren üst düzey stratejik ilişkiler kurduğu Rusya'yla S-400 hava savunma sisteminin tedarikine ilişkin anlaşma imzaladı.[113]
Türkiye ile Rusya'nın enerji alanındaki işbirliği 2015 yılında başlatılan TürkAkım projesiyle daha da ileri bir boyuta taşınmıştır. Yıllık 31,5 milyar metreküp doğalgaz taşıma kapasitesi olan boru hattı 8 Ocak 2020'de açıldı.[117]
1948 yılında[121]Çekoslovakya ile Türkiye arasındaki ilişkiler, Türk işletmelerinin sahip olduğu mülklerin kamulaştırılması[121][122] konusundaki anlaşmazlıklar nedeniyle hızla kötüleşti.[121]
1993 yılında Türkiye, hem Slovakya'yı hem de Çekya'yı ayrı ve bağımsız bir devlet olarak resmen tanıdı.[123] Diplomatik ilişkiler ve Bratislava'daki Türk Büyükelçiliği 4 Ocak 1993'te kuruldu.[123]
Slovakya ve Türkiye, güçlü diplomatik bağlara sahiptir ve Slovakya'nın NATO İttifakına katıldığı 2004 yılından bu yana askeri alanlarında işbirliği yapılmaktadır.[72]
Türkiye ile Ukrayna'nın tarih boyunca tarihî, coğrafî ve kültürel yakınlıkları oldu. İki ülke arası diplomatik ilişkiler 1990'larda Türkiye'nin, Ukrayna'nın bağımsızlığını tanıyan ilk ülkelerden biri olmasıyla başladı.
Türkiye ile Ukrayna arasındaki ilişkilerde Kırım Tatarları'nın da önemli bir rolü vardır.[126]
Sovyetler Birliği'nin dağılması sonrasında Ukrayna'daki rejim değişikliği ile kurulan yeni Ukrayna devletini 16 Aralık 1991 tarihinde ilk tanıyan ülkelerden biri Türkiye Cumhuriyeti olmuş ve ikili ilişkiler olumlu seyretmiştir.[127] Bu dönemde, her iki tarafın da başta ticaret olmak üzere ikili ilişkileri geliştirme isteği ve iradesi artmıştır. 3 Aralık 1993 tarihinde onaylandıktan sonra, 3919 numaralı kanunun 8 Aralık 1993 tarihindeki 21782 sayılı Resmî Gazete de yayımlanmasıyla yürürlüğe giren "Türkiye Cumhuriyeti ile Ukrayna Arasında Dostluk ve İşbirliği Anlaşması" ikili ilişkileri olumlu seyrini pekiştirmiştir.[128]
2014 yılında Rusya'nın Ukrayna'ya bağlı olan Kırımı işgal etmesi[129] üzerine Türkiye taraflara itidal çağrısı yapmıştır. Daha sonra Ukrayna, Türkiye'den yardım istemiştir. Türkiye bu konuda hamleler yapmış,[130] Rusya ile birebir görüşmeler yapılmış ve olumlu sonuçlar alınmıştır. Genel olarak Türkiye, Rusya'nın Kırım'a olan müdahalesini "işgal" şeklinde nitelendirmiştir. 2016 yılında Ukrayna devlet başkanı Petro Poroşenko ile Türkiye'de buluşan Recep Tayyip Erdoğan, Kırım sorunu için: "Türkiye, Kırım'ın gayrimeşru ihlakını tanımamıştır, bundan sonra da tanımayacaktır." ifadelerini kullanmıştır.[126]
2015 yılında sınır ihlali gerçekleştirdiği iddiasıyla Türk Hava Kuvvetleri tarafından Rus Su-24 uçağının düşürülmesinin akabinde Rusya ve Türkiye arasında diplomatik ve ticari kriz yaşanmış, Rusya hükûmeti Türkiye'ye karşı ticari yaptırım uygulama kararı almış, Ukrayna hükûmeti ise yaşanan krizin ardından Türkiye'ye destek vermiştir.[131] Şubat 2016'da ise Ukrayna ve Türkiye ortak askerî araç ve silah üretimi konusunda anlaştı.[132]
Türkiye'nin, Afrika ülkeleri ile ticaret rakamları 2003 yılında 5,4 milyar $ seviyelerindeyken bu sayı 2020 itibarıyla 25,3 milyar $ bandına çıkmıştır.[133] 2003 yılında Sahra Altı Afrika ülkeleri ticaret 1,35 milyar $ seviyelerindeyken 2020'den sonra bu sayı 10 milyar $'a çıkmıştır.[133]
Türkiye'nin Sahraaltı Afrika ülkelerine yönelik ilk açılımı 1978-79 yıllarında gerçekleşmiştir. Bu amaçla Dışişleri Bakanlığı'nda Afrika işlerine bakacak bir daire kurulmuş ve ekonomik ilişkileri geliştirme ağırlıklı çalışmalara başlanmıştır.
Afrika ülkeleriyle ekonomik ilişkileri geliştirmek için kamu ve özel kesim temsilcilerinden oluşan bir heyet 12-18 Şubat 1979 tarihlerinde Nijerya ve Kenya'yı ziyaret etmiş, daha sonra da üç gruba ayrılarak Uganda, Etiyopya ve Sudan'da temaslarda bulunmuştur. Aynı dönemde Tanzanya ve Somali'de büyükelçilikler açılmış, Zimbabwe'nin bağımsızlığı için mücadele eden örgütlere yardım sağlanmıştır.[134]
Türkiye'nin 2002 yılında 12 Afrika ülkesinde büyükelçiliği bulunurken bu sayı 2019'da 42'ye yükselmiştir.[133] 2008 yılında Türkiye'de 10 Afrika ülkesinin büyükelçiliği bulunurken, 2019 yılında da bu sayı 36'ya çıkmıştır.[133] Son olarak Sierra LeoneTürkiye'de büyükelçilik açmıştır ve Ankara'daki büyükelçilik sayısı 37 olmuştur.[133]
Türkiye-Cezayir arasındaki 500 yıllık dostluğun sembollerinden biri olan Cezayir'deki Ketchaoua Camii, 2017 yılında Türk sermayesi ile restore edilmiştir. Restorasyon, Türkiye Başbakanı
Recep Tayyip Erdoğan'ın 2006 yılında Cezayir ziyareti sırasında imzalanan "Dostluk ve İşbirliği Anlaşması'na ilişkin projelerden biri olarak tarihe geçmiştir.
Cezayir tarafının talebi üzerine başkent Cezayir’deki Keçiova Camii'ne ilaveten tarihi Kasaba mahallesindeki evlerin bir bölümünün ve Oran vilayetindeki Bey Sarayı ile Paşa Camii’nin
restorasyonunun da ülkemizce yapılması kararlaştırılmıştır.
Cezayir, Türkiye'ye bağımlı pozisyonda yer almaktadır. Türkiye, Cezayir'i uluslararası alanda korumaktadır ve ülkeye yardım etmeye devam etmektedir.[137]
1798 yılında Fransa eyalete çıkarma yapmıştır. 1805 yılında vali olan Kavalalı Mehmet Ali Paşa bağımsız olarak hareket etmeye başlamış 1833'te Konya'da 1839'da Nizip'te Osmanlı ordusunu mağlup
İngiltere 1882'de Mısır'ı işgal etmiştir. Fakat, Osmanlı Devleti, Mısır'daki egemenliğinden vazgeçmeyerek Mısır hükûmetini ve Hıdiv'i İngiltere'ye karşı savunmasız bırakmamış, en azından kolay lokma yapmamış,
1914 yılında I. Dünya Savaşı'nın başında İngiltere Mısır'ı ilhak ettiğini açıklamıştır. Lozan Antlaşması'nın 17. maddesinde "Türkiye'nin, Mısır ve Sudan üzerindeki bütün hak ve dayanaklarından feragatinin hükmü
5 Kasım 1914 tarihinden geçerlidir." hükmü yer almıştır.
2013 Mısır askerî darbesinin ardından iki ülke arasındaki ilişkiler gerginleşmiş ve iki ülkenin diplomatik ilişkileri maslahatgüzar seviyesine gerilemiştir. İlerleyen dönemlerde ise cumhurbaşkanı
Recep Tayyip Erdoğan ve başbakan Binali Yıldırım, askerî müdahaleyi darbe olarak nitelendirmiştir. Erdoğan Sisi’yi “tiran” olarak nitelemiştir, Sisi ise "Türkiye içişlerimize karışmayı bırakmalı"
Türk eşyalarını almaya tercih edilmesinde karar vermiştir.
Muammer Kaddafi birçok konuda Türkiye'nin lehine politika yönetse de Kürt bağımsızlığını desteklemiştir. Bu destekleme sonucunda Türkiye-Libya ilişkileri zarar görmüştür.
Türkiye, Fransa cumhurbaşkanıSarkozy'yi Libya halkının özgürleşmesi konusunda Fransız çıkarlarını sürdürmekle suçladı[146] ve 20 Mart'ta gözlemci bir tutum aldı.[147] Türkiye, 2011 yılında Libya
ile ilişkileri kesen ilk ülkeler arasında yer aldı ve Kaddafi'ye görevi bırakmasını ve sürgüne gitmesini teklif etti.[148] Kaddafi ise bunu reddetti.[149]
Hafter'in Türkiye karşıtı tutumu, Türkiye ile Tobruk hükûmeti arasında süren düşmanlığa katkıda bulunmuş, Türkiye de Trablus'taki hükûmete silah ve mühimmat taşımıştır.[150][151]
2 Ocak 2020'de Türkiye Büyük Millet Meclisi, başkentte BM tarafından tanınan hükûmeti desteklemek için Libya'ya asker yerleştirme tasarısını onayladı. Mevzuat 325-184 oyla kabul edildi, ancak
konuşlandırmanın ayrıntıları miktar ve zamanlama açısından henüz açıklanmadı.[152] 6 Ocak'ta Türk birlikleri Libya'ya gönderilmeye başladı.[153] 8 Ocak 2020'de Türkiye cumhurbaşkanları
Tayyip Erdoğan ve Hafter'i destekleyen Rusya devlet başkanıVladimir Putin arasındaki görüşmelerden sonra, Türkiye ve Rusya Libya'daki tüm tarafları 12 Ocak gece yarısından itibaren ateşkes ilan etmeye çağırdı.[154]
16. yüzyılda Portekiz ile karşılaşan Fas. O dönemde Osmanlı İmparatorluğu padişahı III. Murad'dan yardım istemiştir. Bu isteğe olumlu yanıt veren Murad; 10 bin yeniçeri
ve 34 sahra topu ile Fas'a yardımda bulunmuştur.[158]
İki ülke arasındaki ticaret hacmi 2019'da 52.2 milyon $'dır.[169]
Türkiye, TİKA ve Türk Kızılayı aracılığıyla sağlık, gıda, eğitim, bilim, ulaşım gibi çeşitli alanlarda Burkina Faso’ya kalkınma yardımlarında bulunmaktadır.
İki ülke arasında vize muafiyeti anlaşması vardır.[170]
İki ülke arasındaki ticaret hacmi 2019 'da 5.81 milyon $'dır.[178]
Türkiye, OAC’ye yönelik olarak başta TİKA, Kızılay, AFAD, Türkiye Diyanet Vakfı ve diğer ilgili kurum ve kuruluşlarımız aracılığıyla olmak üzere çok sayıda insani yardım, bağış, altyapı restorasyonu, kira desteği gibi yardım faaliyetleri gerçekleştirilmiştir.[144]
Osmanlı İmparatorluğu, 18 yüzyılda, Çad bölgesindeki Müslüman nüfusa askeri eğitim verme amaçlı birlik göndermiştir. Bu bölgeye giden birliklerden bazı askerleri geri dönmemiştir. Bu sebepten dolayı şu anda kendini Osmanlı torunu olarak tanımlayan Çad vatandaşları vardır.[180]
Osmanlı, Fizan Sancağı ve Trablusgarp Eyaleti'ne bağlı olarak sahraaltı Afrika ile ilişkilerini sürdürmüştür.[181]
19. yüzyıl ortalarında Sudan ve Uganda toprakları Mısır valileri tarafından ele geçirilmişti. Diğer taraftan Trablusgarp'tan güneye doğru Çad Gölü havzasına kadar gidilerek Nijer ve Çad üzerinde hâkimiyet kurulmaya çalışılmıştı.[182]
Çad bağımsızlığını ilan ettiği yıl Türkiye, Çad'ı tanımıştır.
İki ülke arasındaki ticaret hacmi 2019'da 410 milyon $'dır.[189]
2016 yılında Fildişi Sahili ve Türkiye arasında eğitim, güvenlik, ekonomi, teknoloji ve kalkınma alanlarında dokuz belge imzalanmıştır.[190]
Türkiye ile Fildişi Sahili arasındaki ekonomik ve ticari ilişkilerin ahdi temelini 2005 yılında imzalanan Ticaret Anlaşması ile Ekonomik ve Teknik İşbirliği Anlaşması oluşturmaktadır.[190]
Türkiye Bursları kapsamında Cibuti’ye yüksek öğrenim bursları tahsis edilmektedir. 1992 yılından günümüze 243 Cibutili öğrenciye burs tahsis edilmiştir. 2019-2020 akademik yılında Cibuti’ye tahsis edilen burs sayısı 16’dır.[195]
Eritre-Türkiye ilişkileri, 1993'te Eritre'nin bağımsızlığını ilan etmesi üzerine, Türkiye'nin, Eritre'yi tanıyan ilk ülkelerden birisi olmasıyla başlamıştır.[200]
İki ülke arasındaki ticaret hacmi 2019'da 310 bin $'dır[203]
Türkiye, özel mülkiyetin kamulaştırılmasına karşı çıkan [204] ve Svazi toplulukları arasındaki kavgayı bitiren Sobhuza'yı destekledi.[205]TürkiyeSobhuza’nın bölgenin ekonomik kalkınması için Beyaz yerleşimcilere ihtiyaç duyduğu yönündeki iddiasına açıkça katılmasa da, sahibinin ırkından bağımsız olarak özel mülkiyetin korunması gerektiğini savundu.[205]
Türkiye, Bongo'nun cumhurbaşkanlığa gelmesinden sonra Gabon'un ekonomik genişlemesini destekledi ve Transgabonais Demiryolu'nun yukarı Ogooué Nehri vadisi bölümünün inşaası sırasında teknik uzmanlıkla işbirliği yapmıştır.[212]
İki ülke arasındaki ticaret hacmi 2019'da 136 milyon $'dır.[219]
Fransa, Türkiye veya Amerika Birleşik Devletleri'nin Gine'ye herhangi bir yardım sağlaması veya herhangi bir ticari ilişki kurması durumunda de Gaulle'ün NATO'dan ayrılmaya hazır olacağı yönünde zorla tehdit etti. Bu nihai sonucun ardından Başkan Eisenhower, Gine'nin dış yardım taleplerini kabul etmeyi reddetti. Türkiye de Gaulle’ü aşırı olmakla suçladı ancak Gine’ye yardım sağlamaktan kaçındı.
İki ülke arasındaki ticaret hacmi 2019'da 76.5 milyon $'dır.[162]
Türkiye'de "Türkiye Bursları" kapsamında Mauritiuslu öğrencilere yüksek öğrenim bursu tahsis edilmektedir. 1992 yılından günümüze 54 öğrenciye burs sağlanmıştır.[239]
Türkiye Dışişleri Bakanlığının Diplomasi Akademisince her yıl düzenlenen Uluslararası Genç Diplomatlar Eğitim programı kapsamında, şu ana kadar Mauritius’tan 4 diplomat Türkiye'de ağırlanmıştır.[239]
İkili ekonomik ilişkilerin hukuki altyapısını tesis etmek amacıyla çalışmalar sürmektedir. İki ülke arasında Serbest Ticaret, Yatırımların Karşılıklı Teşviki ve Korunması ile Ticari ve Ekonomik İşbirliği Anlaşmaları imzalanmıştır.[239]
İki ülke arasındaki ticaret hacmi 2019'da 245 milyon $'dır.[240]
İki ülke arasındaki ilişkiler, Moritanya’nın bağımsızlığını kazandığı 1960’ı takip eden yarım yüzyıllık süreçte oldukça zayıf seyretmiş ve ülkenin ilk cumhurbaşkanı Muhtar Veled Dâde’nin 1974’te Türkiye’yi ziyareti dışında üst düzey bir ilişki kurulmamıştır.[14]
Moritanya’da az sayıda Türk firması inşaat, balıkçılık ve mobilya sektörlerinde faaliyet göstermektedir ancak ülke sahip olduğu potansiyelle Türk iş adamları için yeni ve büyük bir pazar potansiyeli taşımaktadır. Özellikle Moritanya’nın sahip olduğu zengin balık varlığı bu bakımdan dikkate değerdir.[14]
Türkiye, TİKA aracılığıyla çeşitli alanlarda Moritanya’ya kalkınma yardımlarında bulunmaktadır.[14]
Türkiye Maarif VakfıMoritanya’da eğitim-öğretim faaliyetlerinde bulunmaktadır. Moritanyalı öğrencilere 1992’den bu yana Türkiye Bursları verilmektedir.[14]
İki ülke arasındaki ticaret hacmi 153 milyon $'dır.[241]
İki ülke arasındaki ilişkilerin hukuki zemininin kurulması amacıyla başta ekonomik olmak üzere, her alanda anlaşmaların imzalanması için çalışmalar sürdürülmektedir. Bugüne değin Mozambik ve Türkiye arasında Hava Ulaştırma Anlaşması imzalanmıştır.
Doğal kaynaklar bakımından son derece zengin olan Mozambik’le sanayi ve teknolojik açıdan daha gelişmiş Türkiye arasındaki ekonomik işbirliğinin geliştirilmesi için büyük bir potansiyel mevcuttur. Türkiye'nin Mozambik'te 40’a yakın firması ve bu firmaların 200 milyon Dolar civarında yatırımı bulunmaktadır.
Türkiye, Namibya kurulduktan sonra ülkenin bağımsızlığını savundu ancak birçok ülke, ülkenin Sovyetler Birliği ile müttefik olan Sam Nujoma yönetimindeki hareketini desteklemekten vazgeçti.[243]
Türkiye Bursları kapsamında, 1992 yılından bu yana 12 Namibyalı öğrenciye burs tahsis edilmiştir.[244]
19. yüzyıl ortalarında Sudan ve Uganda toprakları Osmanlı'nın Mısır valileri tarafından ele geçirilmişti. Diğer taraftan Trablusgarp'tan güneye doğru Çad Gölü havzasına kadar gidilerek Nijer ve Çad üzerinde hâkimiyet kurulmaya çalışılmıştı.[182]
2012 yılından bu yana 2 ülke arasında 29 uluslararası anlaşma imzalanmıştır.[247]
Parlamentolararası ilişkiler bağlamında, TBMM ve Nijer Ulusal Meclisi bünyesinde Dostluk Grupları mevcuttur.[246]
İki ülkenin ticaret hacmi 2019'da 726 milyon $'dır.[248]
Nijerya ve Türkiye, İİT ve D-8'e üyelikleri aracılığıyla işbirliği yapmaktadır.[249]
Nijerya ve Türkiye birçok ulusal problemde batı yanlısı anlayışı ile ortak hareket etmiştir.
Nijerya İç Savaşı'na kadar Nijerya ve Türkiye çok güçlü ilişkilere sahipti. Bu güçlü ilişki, Nijerya İç Savaşı sırasında zayıfladı.[250]Türkiye iç savaş sırasında tarafsız kaldı[250] ve [250] iki tarafa da silah satmayı reddetti. İlişkiler 1990'ların başında dış politikada yakın işbirliği ile yeniden gelişti.[251]
1990 yazında Irak'ın Kuveyt'i işgaliyle başlayan Körfez krizi sırasında iki ülke işbirliği yaptı.[251] Her iki ülke de BM politikasının aktif bir destekçisi oldu.[251]
Türkiye Bursları kapsamında, 1992’den bu yana Nijeryalı öğrencilere burs verilmektedir.[252]
Türkiye, barışı koruma misyonunun artık Ruanda'nın güvenliğiyle her zamankinden daha alakalı olduğunu savunarak, BM'yi 270 askerin Ruanda'da kalmasına izin vermeye ikna etmek için BM BüyükelçisiMadeleine Albright ile işbirliği yaptı.
Son dönemlerde en çok gelişen Afrika ülkelerinden birisi olan Ruanda'ya en çok yatırım yapan ülkelerin başında Türkiye gelmektedir.
Ruanda’ya, Türkiye Bursları kapsamında her yıl yüksek öğrenim bursu tahsis edilmektedir. 2019-2020 akademik yılında lisans, yüksek lisans ve doktor öğrencilerinden oluşan 35 Ruanda vatandaşına burs verilmiştir. 1992 yılından bu yana toplam 180 Ruandalı öğrenci hükümet burslarından faydalanmıştır.[256]
Türkiye, Senegal'deki nüfus artışının[262] ekonomik büyümeyi çok geride bıraktığının görüp, Maarif Vakfı aracılığıyla Senegal'de okullar inşa etti.
Türkiye Maarif Vakfı Senegal'de okullar işletiyor ve Türk Hükûmeti 1992'den beri Senegalli öğrencilere burs veriyor.[263]
Türkiye, parlak bir başbakan olarak kabul edilen Abdou Diouf'u destekliyordu. Türkiye, Abdou Diouf'un 1983 seçimlerinde 13 siyasi partinin daha aday olmasına izin verdiği siyasi süreci serbestleştirmesini destekledi.[264]
Ekim 2012’de imzalanan Ticari, Ekonomik ve Teknik İşbirliği Anlaşması Türkiyetarafından onaylanmıştır. Anlaşmanın Sierra Leone tarafının da onaylamasını takiben yürürlüğe girmesiyle Karma Ekonomik Komisyonu mekanizması da hayata geçecektir.[268]
Günümüzde iki ülke arasında ilişkiler oldukça gelişmiş olup TürkiyeSomali hükûmetinin iş birliği ile ülkede altyapı ve yardım projeleri gerçekleştirmektedir.[272]
Türkiye, Somali İç Savaşı sonrası Somali makamları ile iş birliğini ve diyaloğu sürdüren ender ülkelerden birisi haline getirmiştir.[277]
Somali'de 20 yıl sonra yapılabilen 2012 seçimleri ile birlikte Hasan Şeyh Mahmud seçimi kazanmış, cumhurbaşkanı seçilmiştir. Türk makamları Hasan Şeyh Mahmud'un seçilmesini olumlu karşılamış, ilişkileri aynen devam ettirmiştir.[278]
[278] Mayıs 2013'te İstanbul'da Türkiye-Somali destekli şekilde bir forum başlatılmış, hem Türk şirketlerinin hem de Somali şirketlerinin ortak çalışması, iki ülkenin yatırım alması gibi konularda uzlaşı sağlanmıştır. 25 Ocak 2015'te Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip ErdoğanSomali'nin başkentine yeniden ziyaret gerçekleştirmiştir. Bu ziyarette Türkiye destekli kalkınma projeleriyle ilgili açılışları gerçekleştirmiştir.[279] Bu projelerden birisi Digfer Hastanesi'nin açılışıdır, bu hastane açılıştan sonra "Erdoğan Hastanesi" veya "Türk Hastanesi" isimleriyle anılmıştır.[280][281]
2013 yılında Mogadişu Limanı, 20 yıllık süreyle Türk bir şirkete kiralandı.[270] 2014 yılında liman tamamen Türk şirketlerin kontrolüne bırakıldı. Limandan elde edilen gelirin %55'i Somali'nin hazinesine gidecekken %45'ini Türk şirketin alması kararlaştırıldı.[271]
2010 yılında varılan askeri anlaşma 2014 yılında geliştirildi. Somalili askerlerin Türkiye'de eğitim görmesi, Türkiye'nin Somali'de askeri üs kurması gibi kararlar alındı.[283]
2015 yılında Dışişleri Bakanlıkları nezaretinde yeni kalkınma projeleri imzalandı. Yeni askeri, idari ve ticari anlşamalar içeren bu anlaşmayla birlikte Türkiye-Somali ilişkileri zirve noktalarına ulaştı.[284]
İki ülkenin ilişkileri pek eskiye dayanmamaktadır. İlişkiler 27 Şubat 1993 tarihinde Güney Afrika Cumhuriyeti'nin, Türkiye'de büyükelçilik açması ile başlamıştır.[288]
İki ülke arasındaki ticaret hacmi 2019'da 3.2 milyon $'dır.[289]
19. yüzyıl ortalarında Sudan ve Uganda toprakları Osmanlı'nın Mısır valileri tarafından ele geçirilmişti. Diğer taraftan Trablusgarp'tan güneye doğru Çad Gölü havzasına kadar gidilerek Nijer ve Çad üzerinde hâkimiyet kurulmaya çalışılmıştı.[182]
Türkiye, 2011'de Güney Sudan'ın Sudan'dan ayrılmasıyla bağımsızlığını tanıyan ilk ülkelerden birisidir. Bağımsızlığın akabinde Juba'daki Türk Başkonsolosluğu büyükelçilik statüsüne yükseltildi.
İki ülke Nisan 2017’de ekonomik ve ticari ilişkileri geliştirmek amacıyla "Ticaret ve Ekonomik İşbirliği Anlaşması" imzalamıştır.[290]
Türkiye tarafından Güney Sudan’da TİKA eşgüdümünde, kapasite artırımı ve teknik işbirliği çalışmalarına öncelik verilmektedir.[291]
Eğitim işbirliği bağlamında ve Türkiye Bursları kapsamında, Güney Sudan’dan 2019-2020 döneminde 26 öğrenciye burs verilmiştir. Bugüne kadar toplam 140 Güney Sudanlı öğrenciye burs sağlanmıştır.[291]
Osmanlı İmparatorluğu'ndan bu yana iki ülke arasında önceki tarihsel bağlara sahip olan nispeten yakın bir ilişki yaşamışlardır. Bu tarihsel bağ nedeniyle, Sudan ve Türkiye, diğer Arap devletleriyle karşılaştırıldığında çok az da olsa bir Osmanlı mirasını paylaşmaktadır.
19. yüzyıl ortalarında Sudan ve Uganda toprakları Osmanlı'nın Mısır valileri tarafından ele geçirilmişti. Diğer taraftan Trablusgarp'tan güneye doğru Çad Gölü havzasına kadar gidilerek Nijer ve Çad üzerinde hâkimiyet kurulmaya çalışılmıştı.[182]
Sudan'ın 1956'da Mısır'dan bağımsızlığının ardından Türkiye ile diplomatik ilişkiler kurdu ve Türkiye, Sudan'da büyükelçilik açan ilk ülkeler arasında yer aldı. Bununla birlikte, 20. yüzyılın sonlarında Sudan-Türkiye ilişkileri, Türkiye'nin Orta Doğu ve Balkanlar'a daha fazla ilgi duyması, Sudan'ın yaşadığı siyasi kargaşalar, uzaklığı ve ilgi eksikliği ile nedeniyle pek gelişemedi. Buna rağmen, ilişkiler Cafer Nimeyri yönetiminde nispeten iyi ilişkilere sahipken Ömer el-Beşir yönetiminde 1990'lardan 2000'lere kadar soğuktu.[298]
Yıllar süren ilişkilerin ihmal edilmesinden sonra, Recep Tayyip Erdoğan döneminde Türkiye, dikkatini ilişkilerini güçlendiren Sudan da dahil olmak üzere Afrika'ya yönlendirmeye başladı ve Türkiye, Sudan'daki varlığını artırdı. En dikkat çekenlerden biri, Sudan adası Sevakin'in, Mısır ve Suudi Arabistan gibi bölgesel rakiplerin şüphelerle tepki gösterdiği 99 yıllık bir sözleşme ile Türkiye'ye kiralanmasıdır.
Türkiye, hükûmet karşıtı protestolar sırasında Ömer el-Beşir yönetimindeki Sudan hükûmetine destek verdi ve Sudan'a protestocularla savaşmak için yardım, mühimmat ve destek gönderme sözü verdi.[299]
İki ülke arasındaki ticaret hacmi 2015'ta 151 milyon $'dır.[300]
Türkiye Bursları kapsamında Tanzanyalı öğrencilere yükseköğrenim bursları tahsis edilmektedir. 2019-2020 eğitim yılında Türkiye Burslarından yararlanmaya hak kazanan öğrencilerin sayısı 27 olmuştur.[301]
Recep Tayyip Erdoğan Doğu Afrika turu kapsamında 22-23 Ocak 2017 tarihlerinde Tanzanya’yı ziyaret etmiştir ve bu ziyaret sonucunda 10 Anlaşma imzalanmıştır.[301]
İki ülke arasındaki ticaret hacmi 2018'de 40 milyon $'dır.[304]
19. yüzyıl ortalarında Sudan ve Uganda toprakları Osmanlı'nın Mısır valileri tarafından ele geçirilmişti. Diğer taraftan Trablusgarp'tan güneye doğru Çad Gölü havzasına kadar gidilerek Nijer ve Çad üzerinde hâkimiyet kurulmaya çalışılmıştı.[182]
İki ülke arasındaki ticaret hacmi 2019'da 23 milyon $'dır.[305]
İki ülke, işbirliği ilişkilerini geliştirmek üzere tarım, turizm, sağlık, altyapı/konut gibi alanlarda teknik düzeyde yakın çalışmalar yürütmektedir.[306]
TürkiyeZambiya’nın kalkınma gündemine ülkenin 7. Ulusal Kalkınma Planına (2017-2021) uygun çerçevede kapasite geliştirme ve kurumsal yapılandırma kapsamında katkı sunmaktadır.[306]
TİKA aracılığıyla çeşitli alanlarda Zambiya’ya kalkınma yardımında bulunmaktadır.[306]
Türkiye tarafından Zambiyalı öğrencilere 1992’den bu yana Türkiye Bursu verilmektedir.[306]
Türkiye'nin Okyanusya ülkeleri ile etkileşimi tarihsel olarak Suriye ve Lübnan bölgelerinden Avustralya'ya yapılan göçlerle başlamıştır. I. Dünya Savaşı'nda Anzak birliklerinin Gelibolu'daki serüveni, savaş sonrasında ilişkileri olumlu etkilemiş, Avustralyalı devlet adamlarıyla asker ailelerinin Gelibolu’daki anıt mezarları ziyaretleri ile iki ülke ilişkileri ileri dönemde de artarak gelişmiştir.
Diplomatik ilişkiler ise 1967-1968 yıllarında karşılıklı açılan büyükelçilikler ile başlamıştır. 23-25 Nisan 2015 tarihlerinde İstanbul ve Çanakkale’de gerçekleştirilen Çanakkale Savaşları ’nın 100. Yıldönümü Anma Etkinliklerine katılmak üzere dönemin Avustralya Başbakanı Tony Abbott Türkiye'yi ziyaret etmiştir. Ayrıca dönemin Yeni Zelanda Başbakanı John Key, anma etkinlikleri kapsamında İstanbul’da düzenlenen Barış Zirvesi’nde ana konuşmacılardan biri olmuştur. 10 binden fazla Yeni Zelandalı ve Avustralyalının katıldığı Anzak Günü törenleri de başarıyla gerçekleştirilmiştir.[309][310][311]
Aynı zamanda Almanya'ya 90.000 ton krom madeninin satımı başladı, bunun karşılığında Türkiye'nin silah ve araç ihtiyacı Almanya tarafından karşılanacaktı.[316][318] İmzalanan antlaşmadan dört gün sonra Barbarossa Harekatı başladı; 12 Temmuz 1941'de İngiltere-Sovyet Rusya ortak hareket antlaşması imzalandı.[319] Bu harekâtın ardından Alman Dışişleri Bakanı Ribbentrop, büyükelçi aracılığıyla Alman kuvvetlerinin Türkiye üzerinden Kafkaslara ve Irak'a sevkiyatı için baskı yapmaya başladı, bu isteğin yerine getirilmesi halinde Türkiye'ye Balkanlar'da bazı toprakların ve Ege'de bir adanın teslim edileceği taahhüt edildi.[320] Her iki tarafın baskılarına rağmen Türkiye savaşa girmedi, bu süre zarfında Almanya, Stalingrad Muharebesi'ni kaybetti ve Türkiye'nin denge politikası devam etti. İki tarafla imzalanan saldırmazlık paktlarına rağmen Türkiye temkinli davranmaktaydı; zira komşu ülke İran, saldırmazlık paktına rağmen Ağustos 1941'de Sovyet-İngiliz ortak saldırısına uğradı, aynı şekilde saldırmazlık paktı imzalanalı 2 yıl olmadan Almanya da Sovyet Rusya'ya saldırmıştı.[321] 14 Ocak 1943'te Müttefik devlet başkanlarının katılımıyla Casablanca Konferansı düzenlendi, konferansta Türkiye'nin güçlendirilmesi ve savaşa sokulması kararlaştırıldı.[322][323] Amaç, Nazi Almanyası'nın uydu devleti Romanya'daki petrol kuyularını vurmaktı.[322] Konferanstan sonra ABD'nin diplomatik ve maddi temasları İngiltere üzerinden kurmayı tercih etmesi Türkiye'de tepkiyle karşılandı.[322]Balkanlar'da yeni bir cephe açılmasını düşünen Churchill, bu cephede MüttefiklereTürkiye'nin de destek vermesini sağlamak için 30 Ocak 1943'te Adana'ya geldi.[324]Adana'nın 23 kilometre dışında bulunan Yenice istasyonunda bir tren vagonunun içinde yapılan Yenice görüşmelerinde, Sovyetler'e olan güvensizlik ve Türk ordusunun donanımsızlığı gerekçeleriyle Churchill'in talepleri reddedildi.[324] Bölgede varlığı devam eden Almanya ile ilişkileri zayıflatmamak için basın yoluyla Türkiye'nin dış politikada değişime başvurmayacağı açıkça ifade edildi.[325] 1943'ten sonra Müttefiklerin baskıları devam etse de Türkiye'nin denge politikası bir süre devam etti, Müttefiklerin savaştaki üstünlüğü Türk-Alman ilişkilerini de etkiledi ve 20 Nisan 1944'te Almanya'ya krom sevkiyatı durduruldu.[326]Müttefikler, sevkiyatın durdurulmaması halinde ambargo uygulayacaklarını belirtmişlerdi.[326]Almanya'nın buna tepkisi büyükelçi aracılığıyla nota vermek oldu.[327] Ağustos 1944'te Bulgaristan Krallığı, savaştan çekildi ve ülkeye Sovyet ordusu girdi; bu gelişmelere paralel olarak Türkiye, Almanya ve Japonya ile bütün ilişkilerini kestiğini duyurdu.[328]
Savaşın başlamasından kısa bir süre sonra kısmi seferberlik ilan edilerek 1920, 1921, 1922 doğumlular silah altına alındı. 1. Ordu'ya bağlı üç Kolordu Edirne sınırına kaydırıldı. Karargâhı Ankara'da bulunan 2. Ordu ise olası bir İstanbul'un işgaline karşı, başkent Ankara'yı koruması için Balıkesir'e kaydırıldı. Karargâhı Erzurum'da bulunan 3. Ordu, Sovyetler Birliği, İran, Irak ve Suriye sınırını korumakla görevlendirildi. Ordunun asker sayısı 1.300.000 kişiye çıkarıldı.
Mektupların metni, 1967’de Milliyet’te yayınlandı. Haberde İnönü Türkiyesi’nin Hitler Almanyası’na ‘müzahir’ (arka çıkan) olduğu diye değil, İnönü’nün ülkesini her saldırıya karşı korumaya hazır olduğu şeklinde yorumlanmıştı. Ayrıca şu belirtilmişti: O sırada “kudretinin zirvesinde olan Hitler, bu gibi sözlere nadiren muhatap olmuştu.".[329]
Türkiye yönetiminin bu öneriyi kabul etmesi, Müttefiklerle ilişkilerini bir dar boğaza sürüklemiştir. 18 Haziran 1941'de imzalanan saldırmazlık anlaşması Türkiye’nin Almanya ile olan ilişkileri yönünden bir kilometre taşı oldu. Ne var ki 10 Ağustos 1941'de Rusya ve İngiltere, ortak notayı Türkiye hükûmetine ilettiler. Bu notada, Türkiye'nin toprak bütünlüğüne saygılı olunacağı ancak, Montrö Antlaşması gereği Türkiye'nin boğazları savaş gemilerine kapalı tutma taahhüdüne sadık kalmasının gereği belirtilmiştir. İzleyen yıllar, MüttefiklerinTürkiye'nin kendi cephelerinde savaşa girmesi konusunda baskılarının giderek arttığı yıllar olmuştur
Türkiye, NATO'ya girişini hızlandırmak için, başlayan Kore Savaşı'na birlikler göndermiştir. Özellikle sol kesimler tarafından "Türk gencinin kanının Amerika'ya satılması" şeklinde eleştirilen bu davranış, Türkiye ile Batı Bloku arasındaki yakınlaştırmayı hızlandırmış ve 18 Şubat 1952'de Türkiye bir NATO üyesi olmuştur.
Türkiye Cumhuriyeti, başlangıçta Kore’ye topçu taburu takviyeli bir piyade alayı göndermeyi düşündüğü halde, sonradan bu birliğin bir tugay seviyesinde olmasına karar verdi.
Üç piyade taburundan oluşan 241. Piyade Alayı, bir topçu taburu, bir istihkam bölüğü, bir uçaksavar bataryası, bir ordudonatım bölüğü, bir ulaştırma bölüğü, bir tanksavar takımı ve bir depo bölüğünden oluşuyordu.
Gönüllü olanlardan seçilmiş olan bu tugay 259 subay, 18 askerî memur, 4 sivil memur, 395 astsubay, 4414 erbaş ve er olmak üzere 5090 kişiydi.[330] Tugay komutanlığına Tuğgeneral Tahsin Yazıcı seçilmişti.
Ankara’da oluşturulan tugay demiryolu ile İskenderun’a aktarıldıktan sonra Amerika’nın tahsis ettiği gemilerle Kore’nin Pusan limanına nakledildi. Burada bekletilmeden Daegu şehrine alınarak kışlaya yerleştirildi.
Taegu’da Türk Tugayı Amerikan malzemesi ile yeniden donatıldı. Eskimiş malzemeler ise geri gönderildi. Bu yeni malzemeyi kullanmak için eğitiminden geçen tugay 10 Kasım 1950’de cepheye hareket etti. Önce Seul’un 60–100 km kuzeyinde bölgenin emniyet sorumluluğunu üstlenen tugay daha sonra Kunu-ri bölgesine nakledildi.
Douglas MacArthur "Türklerin kahramanca çarpışmaları Birleşmiş Milletler Kuvvetlerinin salimen yeni müdafaa hatlarına çekilmelerini mümkün kılmıştır."dedi.
Türk Tugayı birlikleri, 6 Ocak 1951'de Chonan'da 20 gün ihtiyatta kaldıktan sonra 24 Ocak'ta Chonan'dan hareket ederek Çin Halk Gönüllü Ordusu'nun savunma mevziinin bir kısmını almak üzere saldırıya geçti ve bölgeyi savunan Çin Halk Gönüllü Ordusu 150. Tümeni'ne bağlı 447. ve 448. alayları ile mücadeleye girdi. Başlangıçta inisiyatif Çin birliklerindeydi. Ancak silah üstünlüğünü Çinliler elde edememişlerdi. Çinlilerin el bombası sayısı azdı. Türk tugayı Çinlilerden daha fazla el bombasına sahipti. Bunun nedenlerinden biri de ABD tarafından silah ve cephane ile desteklenmesiydi.
Savaşın başında mevzilerinde bulunan Çinliler etkili bir şekilde ateş yağdırmaya başladılar. Ancak önceden mevzilendirilen Türk 1. Takımı görünmeden Çinlilerin mevzilerine yaklaşıp el bombası kullanarak Çinlilerin mevzilerini aldı. Çinlilerin bu bölgedeki mevzileri yeniden ele geçirebilmek için uğraşması sonucu Türk 2. Taburu 185 rakımlı tepeyi ve ardından 156 rakımlı tepeyi süngü hücumuyla aldı. Alay taarruz grubu da rahat bir şekilde Kumyangjang-ni kasabasını aştı.
Soğuk Savaş'ın sona ermesinden sonra Batı açısından stratejik önemini kaybedeceğini düşünen Türkiye'nin endişeleri Irak'ın Kuveyt'i işgaliyle birlikte ortadan kalktı. Özellikle Cumhurbaşkanı Turgut Özal, doğan fırsatı kullanarak Türkiye'nin stratejik öneminin azalmadığını göstermek istiyordu. Körfez krizinde aktif politika izlemek isteyen Özal, temkinli bir siyasetten yana olan Başbakan Yıldırım Akbulut, Dışişleri Bakanı Ali Bozer ve Genelkurmay Başkanı Necip Torumtay ile karşı karşıya kaldı, Özal'ın tutumuna tepki gösteren Dışişleri Bakanı Ali Bozer (11 Ekim 1990), Millî Savunma Bakanı Safa Giray ve Genelkurmay Başkanı Necip Torumtay (3 Aralık 1990) görevlerinden istifa ettiler. Ayrıca Özal'ın uygulamak istediği aktif siyaset muhalefet tarafından sert biçimde eleştirildi.
ABD bu kriz sırasında Ankara'dan 3 konuda yardım istedi; Türkiye'deki üslerin Irak'a yönelik hava harekâtlarında kullandırılması ve Saddam'ın Kuveyt cephesindeki asker sayısını azaltması için Türkiye'nin Irak sınırına asker kaydırması. Türkiye bu iki talebe olumlu cevap verirken, Suudi Arabistan'da toplanan koalisyon kuvvetlerine birlik gönderilmesi isteği ise Özal'ın tüm ısrarlarına rağmen Türk Silahlı Kuvvetleri'nin karşı çıkması sonucu gerçekleşmedi. Türkiye bu doğrultuda 180,000 kadar askeri Irak sınırına kaydırarak, Irak'ın kuzeyde 8 tümen tutmasını sağladı ve böylece kara savaşında koalisyon güçleri üzerindeki yükü hafifletmiş oldu.
Özal'ın Musul ve Kerkük'ün alınmasından, bölgedeki Arap ülkeleriyle geliştirilecek ekonomik ve ticari ilişkiler ile bu ülkeleri potansiyel silah pazarı olarak görme planları uzun vadede sonuç vermedi. Aksine, savaştan sonra Kerkük-Yumurtalık Petrol Boru Hattını kapatılmasından dolayı Türkiye'nin uğradığı zararın tazmin edilmesi için körfez ülkeleri tarafından verilen 3 milyar dolarlık yardımın ödenmesinde bile isteksiz davranıldı. Körfez ülkelerinden ve ABD'den alınan yardımlar ve tazminatlar, Türkiye'nin, Körfez Savaşı'ndan sonra da yaklaşık 12 yıl yürürlükte kalan BM ambargosuna uyması nedeniye uğradığı 100 milyar ABD Dolarının üzerindeki zararın karşılanmasında çok yetersiz kaldı.
Ayrıca savaştan sonra ayaklanan Kürtlerin Saddam kuvvetleri tarafından saldırıya uğraması sonucunda, 1,5 milyon KürtTürkiye sınırından geçti. Türkiye duruma kayıtsız kalmayıp Kürtlerin sığındıkları dağlardan indirilip, Irak tarafındaki düzlüklere yerleştirilmesi için burada bir tampon bölge oluşturulması fikrini ABD'ye iletti. Bundan sonra Irak'ın kuzeyinde Kürtler için oluşturulan Güvenlik Bölgesi'nin korunması için aralarında Türkiye, ABD, İngiltere ve Fransız askeri kuvvetlerinin bulunduğu Çekiç Güç'ün Türkiye sınırları içinde de konuşlanmasına izin verildi (Temmuz 1991). 2003'teki Irak Savaşı'na kadar görev yapan Çekiç Güç'ün varlığı Türkiye'de büyük tartışmalara yol açtı.
Dönemin Başbakanı Yıldırım Akbulut'un Millî Düşünce Merkezi'nde bu konuyu anlattığı konferans yayınlanmıştır.[331]